Neoliberallerin otoriter Çin’i ve komünist partilerinin yüzüncü yılı…

Neoliberalizm, Otoriter rejimler, Komünist Parti ve Yüzüncü yıllar… Kelimelerin bir kısmı “örfi manalarıyla” bize yabancı olsalar da, tedaileri size çok ilginç gelebilir.

İsterseniz sondan başlayalım. Zira millet olarak “yüzüncü yıllara” yabancı değiliz. Komünistlerin Türkiye’yi “….komünizm geliyor!” korkulu sloganıyla “12 Eylül” uçurumuna yuvarladığını bilenler, Yüzüncü yılın da komünizm eseri olduğunu hissediyorlardır. Kemalizm’in Müslüman Türk milletlinin şartlarına uyarlanmış bir komünizm/sosyalizm olduğunu, Said Nursî Lem’alar kitabının 22. Lem’asında anlatıyor. Kemalist generallerimizle Amerikalı Troçkistlerin ortak icraatı olan 12 Eylül ihtilâlini gerçekleştirenler, projelerine “YÜZÜNCÜ YIL” felsefesini de dâhil etmişlerdi. Türkiye’de Kemalizm’in her resmî icraatın başına yazıldığı dehşetli zamanları yaşayanlar, yaşamayanlara anlatırlar, inşaallah.

Neoliberallerle Neocon’ların zinhar ağızlarına almak istemedikleri Komünizm ve Marksizm’i, Xi Jinping her vesileyi kullanarak dünyanın gündeminde tutmaya çalışıyor. Marks’ın en görkemli doğum gününü Çin Komünist Partisi kutlamıştı. Şimdi de tam bir ay boyunca (TEMUZ) Çin yönetimi komünist üslûp ve formatlarıyla bu demokrasi ve insanlık karşıtı rejimin yüzüncü senesini Pekin Stadyumundan başlayarak her karede propagandalarla, mağdur ve mazlum Çin halkının beynine kazımaya çalışacak. Stadyumlar, Askerî geçit törenleri ve halkın dipçik korkusuyla katıldığı “millî bayramlar” size Kemalizm’i hatırlatsa da, menşei elbette komünizm ve Troçkizmdir. Kızıl Çin ve Hong-Kong’daki komünizm kutlamalarını merak edenler, internet medyasına bakabilirler.

Komünizm için 1980’de 12 Eylül ihtilâliyle birlikte ölüm ilânı veren Neoliberallerin kendileri Marksist değiller miydi? August von Hayek’in “OTORİTER DEVLET” tanımının asıl manası ne idi, bilen var mı? Şili örneğinde, otoriter Pinochet’i destekleyen bu “Yeni Liberaller” liberalizmden ne anlıyorlardı. Karl Popper (17 yaşında Viyana’da komünistlikten tutuklanmıştı) neden komünizm ve Marksizm kelimelerini lügatinden çıkarıyordu? Mont Pelerin topluluğu “Açık Toplum” ile hürriyet ve demokrasiyi mi, yoksa sahip oldukları “DÜNYA KAPİTALİNİ” idaredeki engellerin bertaraf edilmesini mi hedeflemişti? Geleneksel ve resmî mâniaları ortadan kaldırmak için mi, komünizm yerine “Otoriter devlet ve liberal ekonomiyi” benimsemişlerdi? Neoliberaller bizi Kemalizm’den kurtaracak, diye gaflete düşenler bu soruların cevaplarını internet medyasından da bulabilirler. Fakat Otoriter kelimesinin de mana olarak komünizm ile eş değer olduğunu, “mutlak İstibdat” manasına geldiğini ve demokrasiye şiddetli düşman olduğunu önceden hatırlatmış olalım. Mutlak diktatörlüğü bağrında taşıyan bu kelimeyi kullanmada ısrar edenlerin, “gömlek değiştirmiş” Marksistler olduğunu da hatırımızdan çıkarmadan…

Uzun süredir Neoliberalizmi parça parça anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü bütününü bilemiyorum.

Sizin tabirinizle “resmin tamamını” yakalayamıyorum. Okuduğum birçok Batılı siyaset araştırmacıların da bundan şikâyet ettiklerini biliyorsunuz. Yalnız, bunların zamanımızdaki dehalarından Milton Friedmann’ın, günümüzün kapitalist otoriter Çin’in akıl hocası olduğunu, önceki yazılarımızda da anlatmıştık. Londra Ekonomi Mektebi ile Chicago Ekonomi Mekteplerinin üstatları Friedmann bilinmeden, zamanımızdaki İngiltere ve Çin işbirliği de açıklanamaz. Pekin ile Londra arasındaki demiryolunun dünya hegemonyası istikametinde nasıl kullanılacağını da bilemeyiz. Neoliberal sermayedarların otoriter Çin üzerinden satın aldıkları deniz limanları ve bazı istasyonların da hakikî misyonları anlaşılmayacaktır.

Neocon – Neoliberal ittifakı, Trump ’tan sonra Amerika’ya güvenemeyeceklerini anladılar. Amerika halkı, 1950’lilerde olduğu gibi toparlanıp bu insanlık karşıtı bu Marksist bozgunculara tokadı indirebilir. Tarihin tekerrürü her an muhtemel.

Hükümetimizin ve aydınlarımızın yukardaki noktaları bildiklerine ve daha doğrusu bizim gibi düşündüklerine dair elimizde bir ipucu yok. Yalnızca “MÜSLÜMAN UYGUR HALKI” ile ilgili Çin’e yapılan itirazın çok yetersiz olduğu bir vakıa. Doğrudur, hükümetimiz Neoliberallere sermaye cihetiyle mahkûm olmuş. Fakat itirazın yalnızca Uygurları kapsayarak mazlum Çin halkını dışarda bırakması, buradaki tezimizi zayıflatıyor. Çin komünist idaresinin mahiyeti gündeme getirilip; dünya kamuoyunda; hürriyet, adalet, insaniyet ve merhamet duyguları harekete geçirildiğinde, hem Neoliberaller ve hem de Komünist idare paniğe kapılacaklardır. Pandemi vesilesiyle dünyaya dağıttıkları rüşvetin bir şeye yaramadığını göreceklerdir.

Ve en önemli nokta, Çin Komünist partisi, Neoliberallere güvenmek ile dünya ve Çin kamuoyu karşısındaki zilletli hezimetlerini göreceklerdir.

Burada, kanaatimizce sitratejik bir başka hata yapılıyor. Marksistlerin global siyasetlerinde, hem halkların mağduriyetlerinde ve hem de onları mağduriyetten kurtarma istikametindeki “tepkisel hareketlerde” inisiyatif sahibi olduklarını unutuyoruz. Türkiye’nin Doğusunda Kemalizm’in mağdur ettiği Kürtlere Marksist örgüt üzerinden sahip çıktığı gibi. Olayın her iki tarafında da aynı cereyanın olduğunu bilemediğimizden, hep tuzağa düşürülüyoruz. Myanmar’daki ateşi Londra’da “İslâmî Cemiyetler” üzerinden Neoliberaller tutuşturmuş ve Arıkanlıları ateş, su ve kan ile boğmuşlardı.

Rabia Kadir’in hikâyesinden başlayarak, Neoliberallerin Batı’da Uygur Müslümanları etrafında kurdukları tuzakları görmemezlikten gelirseniz, Cumhur ittifakının tezlerine uyardım etmiş olursunuz.

Çin meselesinin dünyamıza girmesine bir vesile de, Bediüzzaman Hz.lerinin Münâzarât kitabındaki bahistir. Hürriyette ifratın bir isminin “Neoliberalizm” olduğunu şimdiye kadar bilmiyordum. Neoliberallerin meşhur Mont Pelerin topluluğunun bütün gayretlerinin “sınıf savaşlarını” devam ettirmek, dünyada kaos ve çatışmayı sosyal hayatın her karesine indirgemek olduğunu; Hayek, Popper, Milton ve arkadaşlarının tezlerine göz attıktan sonra daha iyi anladık.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*