Risale-i Nur’a gizli bir taarruz mu var?

Dünya Koronavirüs belası ile uğraşmaya devam ediyor. Bu virüs umumi ve global bir bela ve musibet. Tüm dünya gibi ülkemiz de bu beladan etkileniyor. Maddi ve manevi olarak sıkıntılara maruz kalıyor.

Sadece Korona belası değil, bu günlerde dünya ve ülkemiz başka belalar ile de yüz yüze kalıyor. Hatta bu belalar ülkemizi çok daha derinden sarsıyor. Bir tarafta sel, diğer tarafta yel ve yangın belalarından söz ediyoruz.

Gerçekten şu son günlerde her iki bela da çok etkili oldu. Karadeniz ve Van civarları sele teslim olduğu gibi, Akdeniz’den Ege’ye kadar, Adana, Mersin, Antalya, Muğla ve İzmir hattında çok büyük yangınlar meydana geldi. Maddi ve manevi zarar çok büyük.

Basından ve sosyal medyadan görüyoruz ki, bölge halkı son derece etkilemiş, bu musibet ve belalardan. Üstelik yetkili kişilerin etkisizliği de işi büsbütün çıkmaza sürükleyip o bölgede yaşayan vatandaşları perişan etmiş. Tabi ki sadece oradaki insanlarımız değil, yurdun dört bir yanında yaşayanlar olarak, tüm ülke, hepimiz ciddi bir sıkıntı içindeyiz.

Çünkü bir musibet geldiği zaman ister istemez bütün insanlar etkileniyor. Günümüzdeki medya kuruluşlarının yaygınlığı da musibeti neredeyse yaşayandan fazla hissetmemize vesile oluyor. Çünkü musibetin her yönünü kısa zamanda öğreniyorsunuz.

Peki ülkemize has bu dehşetli musibetin hikmeti nedir?

Temmuz ayının son haftasında meydana gelen gelen bu büyük yangın belasının mesajlarını nasıl okumalıyız?

Elbette ki bu suallerin bir çok cevabı olabilir. Çünkü büyük musibetler umumun hatası ile meydana geliyor. Deprem, sel, fırtına, yangın, yer çökmeleri gibi umumu ilgilendiren musibetlerin ekseriyeti böyledir. Bu nedenle her büyük musibetten kişi kendine düşen hata payını çıkarmalı. Öncelikle kişiler fert olarak hisse almalı, sonra başkalarına bahane bulmalı.

Elbette ki sorumluluk makamında bulunan kişiler daha çok dikkat etmeli. Çünkü hataların bir ölçüde kaynakları elinde gücü tutan ve bu gücü yanlış yönde kullanarak zulme yol açan kişilerin davranışlarında saklıdır.

Bu nedenle yetkili kişilerin bu yangınları söndürmek için çaba sarf etmeleri yerine, adeta yanlış söz ve davranışlarla maddi ve manevi yangınları körüklemeleri musibetin daha da şiddetlenmesine yol açıyor. Şu an yaşadığımız haller bunun en açık göstergesidir.

Tüm bu sözlerimiz umumu ilgilendiren konular. Bir de hususi manada Risale-i Nur camiasını alakadar eden bir konu var. Çünkü bu son musibetler Risale-i Nur meslek ve meşrebi ile ilgili bazı olumsuz durumlara işaret ediyor olabilir.

Çünkü, “Dört senede dört defa dehşetli zelzeleler, tam tamına dört defa Risale-i Nur şakirtlerine şiddetli bir surette taarruz ve zulüm zamanlarına tevafuku ve her bir zelzele dahi tam taarruz zamanında gelmesi; ve hücumun durmasıyla zelzelenin durması işaretiyle” sırrıyla Risale-i Nur’a bir taarruz vuku bulduğunda bazı musibet ve belalar yurdu sarıyor.

İşte bu nedenle bu son dehşetli musibetlerden dolayı bazı sualler akla geliyor:

Acaba, Risale-i Nur’a gizli bir taarruz ve hücum mu var?

Adana, Mersin, Antalya ve İzmir hattında Nurun hizmetini yapan Nur Talebeleri niçin daha fazla ikaz olunuyorlar? (14. Sözün Zeylindeki deprem bahsini hatırlayınız.)

Risale-i Nurun meslek ve meşrebine karşı bir gizli hareket mi var?

Risale-i Nur mesleğini hüvesi hüvesine yürütmeye çalışan Yeni Asya üzerinde gizli bir oyun mu tertip ediliyor?

Nur mesleğinde ittihat ve uhuvveti bozmak için fitne harekete mi geçti?

Bu ve benzeri suallerin cevabını bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var ki hem şu vatanı derinden etkileyen sel ve yangın musibetinin bize verdiği mühim mesajlar var, hem de bir musibet var ise mutlaka ki geri planda bir günah yumağı vardır.

Musibetin Risale-i Nur ile alakalı olduğunu da şu ifadelerden anlıyoruz:

“Hem siz, hem onlar bilsinler ki, sadaka belâyı def ettiği gibi, Risaletü’n-Nur Anadolu’dan, hususan Isparta, Kastamonu’dan âfât-ı semaviye ve arziyeyi def ve ref’ine vesiledir.

Evet, Risale-i Nur, sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına sebeptir.(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 258)”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*