Çizgiler, sınırlar ve güzellikler

Kainatta her bir mevcudun bir sınırı ve çizgisi vardır. Şu uçsuz bucaksız görünen kainatın çapı yaklaşık olarak 159 milyar ışık yılı olarak tahmin edilmektedir. Yani ışığın bir yılda aldığı yolun 159 milyar katı. Akılların kavramakta zorlandığı bir uzaklık bu. Kainatta milyarlarca galaksi var. Yıldızlar topluluğu olan her bir galakside ise milyarlarca yıldız var. Andromeda galaksisinde bir trilyon yıldız olduğu tahmin ediliyor. İçinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinde 300 milyar yıldız olduğu tahmin ediliyor. İşte tüm bu galaksi ve yıldızlar belli bir yörünge içinde, belli bir sınır içinde hareket ediyorlar ve kainatın güzelliklerini bu çizgi ve sınırlar içinde yansıtmaya devam ediyorlar. Güneş sistemimiz de gezegenleri ile büyük bir düzen ve intizam içinde. Bu intizam, yine seyredenleri büyüleyen bir güzelliği gösteriyor. İşte bu güzellikte yine belli sınırlar ve yörüngeler içinde tezahür ediyor, gören gözlere böyle güzel gözüküyor. Hiçbir galaksi, hiç bir yıldız, hiç bir gezegen zerre miktar olsun sınırlarından ve çizgilerinden dışarı taşmıyor, düzeni bozmuyor, güzellikleri çirkinliklere çevirmiyor.

Dünyamız da böyle. Küreyi andıran şekli ile, korunmuş seması ve atmosferi ile, güneşe ve diğer kardeşleri olan gezegenlere olan duruş mes​_afesi ile tam bir güzellik sergisi olarak vazife yapıyor. İçindeki tüm mahlukat da kendilerine tayin edilen sınırlar dahilinde binlerce güzelliğin gözükmesine vesile oluyorlar.

Dağlar, taşlar, ovalar, nehirler, denizler, okyanuslar, rüzgarlar, yağmurlar, canlılar, bitkiler, hayvanlar… Hepsi de belli bir sınır ve çizgi içerisinde vazifelerini yapmaya devam ediyorlar. Yaratıcılarının kendileri için tayin ve tespit ettiği güzellikleri göstermek için gayret gösteriyorlar.

Canlı ve cansız mahlukatın temel yapı taşları olan atomlar, moleküller ve hücreler ve diğer doku ve azalar da yine mükemmel vazifelerini kendileri için tayin edilmiş sınır ve çizgiler dahilinde yerine getiriyorlar. Allah atom içine öyle hassas çizgi ve sınırlar koymuş ki, bu sınır ve çizgiler zerre miktar aşılacak olsa hayat ve kainat mahvolur. Zira atomun çekirdeğinde nükleer güç dediğimiz büyük bir enerji yığını depolanmış. Her madde içine bulunan bu enerjinin 1 gramlık bir bölümü dahi ortaya çıkartılsa Hiroşima’ya atılan atom bombası kadar bir tesir meydana getirecekti. İşte Cenab-ı Hak atomların içine böyle büyük bir kuvvet koymuş ve bu kuvveti de nükleer kuvvet denilen bir çizgi ile sınırlamış ki, bu kuvvet zerre miktar sınırını ihlal etmez. Nükleer sınır gibi, atomların elektromanyetik kuvvet, çekim kuvveti, zayıf kuvvet gibi sınırları, diğer atomlarla olan münasebetleri, moleküller ve diğer teşkilatlar öyle bir intizam, öyle bir harika düzen içindedir ki, hiç bir şey kendisi için çizilen çizgilerin ve sınırların asla dışına taşmazlar. İşte bizlerin de kainat ve içinde gördüğümüz, müşahede ettiğimiz tüm güzellikler de bu sınırlar içinde tezahür eden, bu çizgi ve sınırlar dahilinde kendini gösterir. Görünen ve görünmeyen eşyanın tüm hakikatleri de Allah’ın güzel isimlerine istinat ettiği için, Esma-ü Hüsna bu sınırlar içinde tecelli eder. Esma-ü Hüsnanın tüm güzel tecellileri mahlukatta tayin edilen sınırlar ve çizgiler içinde kendini gösterir. Üstad Bediüzzaman “Hakiki hakàik-ı eşya, esmâ-i İlâhiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakàikın gölgeleridir.” derken bir yönü ile de ifade etmeye çalıştığımız sınırlar ve çizgilere dikkat çekmiştir. Zira Allah’ın isimleri güneş gibi nurani ve ihatalı bir mahiyette olur ise, eşya bu isimlerin gölgeleri olmak itibari ile belli bir sınır dahilinde gözükür. Zaten gölge bir yönü ile de sınır manasına gelir.

32. Sözde bu husus şöyle ifade edilmiş:

“Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi: 44.)“ sırrınca, herşeyden Cenâb-ı Hakka karşı pencereler hükmünde çok vecihler var. Bütün mevcudâtın hakàikı, bütün kâinatın hakikati, esmâ-i İlâhiyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikati, bir isme veyahut çok esmâya istinad eder. Eşyadaki san’atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor. Hattâ, hakiki fenn-i hikmet Hakîm ismine ve hakikatli fenn-i tıb Şâfi ismine ve fenn-i hendese Mukaddîr ismine, ve hâkezâ, herbir fen bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünûn ve kemâlât-ı beşeriye ve tabakàt-ı kümmelîn-i insaniyenin hakikatleri, esmâ-i İlâhiyeye istinad eder. Hattâ, muhakkikîn-i evliyânın bir kısmı demişler: “Hakiki hakàik-ı eşya, esmâ-i İlâhiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakàikın gölgeleridir. Hattâ, birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar esmâ-i İlâhiyenin cilve-i nakşı görünebilir.”

Şu ince ve dakîk ve pek büyük ve geniş hakikati bir temsil ile fehme takrîbe çalışacağız. İki üç ayrı ayrı elek ile elemek sûretinde tahlil edeceğiz. Ne kadar uzun beyân etsek, yine kısadır; usanmamak gerek. Şöyle:

Nasıl ki, gayet mâhir bir tasvirci ve heykeltraş bir zât, gayet güzel bir çiçekle ve insan cins-i latîfinden gayet güzel bir hasnânın sûret ve heykelini yapmak istese, evvelâ o iki şeyin umumi şekillerini bâzı hatlarla tâyin eder. Şu tâyini, bir tanzim iledir, bir takdîr ile yapıyor. Hendeseye istinâden hudud tâyin ediyor. Şu tanzim ve takdîr, bir hikmet ve ilim ile yapıldığını gösteriyor. Demek, tanzim ve tahdit fiilleri, ilim ve hikmet pergeliyle dönüyor. Öyle ise, tanzim ve tahdit arkasında ilim ve hikmet mânâları hükmediyor. Öyle ise, ilim ve hikmet pergeli, kendini gösterecek.

İşte, kendini gösterdi ki, o hududlar içinde, göz, kulak, burun, yaprak ve incecik püskülcükler gibi şeylerin tasvirine başladı. (Sözler, s.573)

Tekvini ayetlerde olduğu gibi, kelam sıfatından gelen emirler ile şekillenen sosyal ve içtimai hayatımızda da tüm güzellikler çizgiler ve sınırlar içinde kendini gösterir. Emir ve yasaklar diye tanımlanan davranış ölçülerimizi şöyle bir göz önüne getirsek, her türlü güzel ve iyi ve makbul hal ve hareketlerin yine belli sınırlar ve çizgiler içinde ortaya çıktığını görürüz.

İşte mümin insan Allah’ın koyduğu tekvini ve kelami sınırlara riayet edip uymak yolu ile güzelliklerin gözükmesine vesile olur. Allah’ın güzel isimlerinin tecellisine mazhar olur.

Kafir ve fasık ise çizgi ve sınırları çiğneyerek haddini aşar ve kendi hayatında tezahür eden güzellikleri çirkinleştirir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*