‘Allah’ı görmek’ nasıl mümkün olacak?

Işığın hiç, ama hiç olmadığı zifiri karanlık bir gecede yüksekçe bir yerden etrafınıza baksanız ne görürsünüz? Elbette ki kopkoyu karanlıktan başka hiç bir şey. Çünkü görme dediğimiz şey eşyadan yansıyan ışığın insan beynindeki bir tezahürüdür. Onun içindir ki, güneş doğup da ışığı ile dünyamızı aydınlattığı zaman çevrenize bakarsanız eşyayı müşahede edersiniz. Çevrenizde bulunan bitkilerden, insanlardan, canlılardan, dağdan, ovadan, denizlerden velhasıl tüm eşyadan yansıyan güneşin ışığının çeşitli renklerini görür ve ona göre eşyayı tanımlarsınız.

İşte bu durum bize görme hadisesini tanımlamakta. Yani gördüğümüz şeyler adeta güneş ışınlarının yansımaları. Bir ölçüde bütün eşya güneşin aynası hükmüne geçiyor. Bitkiler güneşin yeşil ışığını yansıtırken, denizler mavi, çiçekler ise daha bir çok rengi yansıtıyor. Yani gördüğümüz şeyler güneşin nurundan yansıyan farklı ışık dalga boyları. Biz ise bunları beyazdan siyaha çeşitli renkler olarak görürüz.

Nasıl ki eşya güneşin nurunu yansıtan bir ayna mahiyetinde; öyle de, kainat ve içindeki tüm sanatlar ve dünyamız ve içindekiler de Allah’ın isimlerini yansıtan bir ayine mahiyetinde. Yani eşyada görünen Allah’ın isimleri. Mesela çok güzel bir manzaraya bakalım. Orada dağlar, ovalar, çiçekler, akan nehirler görürüz. Çok güzel sanatları müşahede ederiz. Peki bu güzellik kime aittir? Elbette ki Cemil olan Kainatın Yaratıcısına.

Yani eşya aynasında görünen güzellik sebepler ve perdeler arkasında görmek ve görünmek isteyen bir Cemil-i Zülcelale aittir. Biz bu Cemali doğrudan perdesiz göremiyoruz, ancak perdeler arkasından müşahede edebiliyoruz; eşya üzerindeki tecellisinden görebiliyoruz. İşte bu nedenle görünen tüm eşya farklı yönleri ile Allah’ın güzel isimlerini yansıtır.

Peki biz Allah’ı nasıl göreceğiz?

Rüyetullah denilen hakikate nasıl vasıl olacağız?

Rüyetullah, yani Allah’ın görülmesi konusu İslam alimleri arasında belki de en çok tartışılan ve müzakere edilen konuların başında gelir. Bir kısım alimler Allah’ın bir mahluk tarafından görülemeyeciğini iddia ederlerken, bazı alimler de, bilhassa ehl-i sünnet alimleri, Allah’ı görmenin, Cemalini seyretmenin mümkün olduğunu savunmaktadırlar.

Risale-i Nurda ise bu konuda çeşitli izahlar mevcuttur.

İşte 30. Sözde geçen bir ifade:

“… mutlak ve muhit birşeyin hududu ve nihayeti olmadığı için, ona bir şekil verilmez; ve üstüne bir suret ve bir taayyün vermek için hükmedilmez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz. Meselâ, zulmetsiz, daimî bir ziya bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit hakikî veya vehmî bir karanlıkla bir hat çekilse, o vakit bilinir.

İşte, Cenâb-ı Hakkın, ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi sıfât ve esmâsı muhit, hudutsuz, şeriksiz olduğu için, onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hissolunmaz.” (Sözler, s. 726)

Burada izah edilen hakikate göre Cenab-ı Hakkı mahiyet-i aslisi ile görmek mümkün değil. Yani bizler, mahluk ve kul olarak Allah’ı asli mahiyeti ile asla göremeyiz. Bu mümkün değil. Zaten bu dünyada bile bir çok eşyayı mahiyet-i asliyesi ile göremiyoruz. Mesela güneş. Şimdi güneşi biz nasıl görüyoruz? Belli bir dalga boyundaki ışınları ile. Yani bir ölçüde bize yansıyan nuru ve ışığı ile. Yoksa güneşin içindeki milyarlarca derecedeki ısıyı ve içindeki nükleer reaksiyonları açık ve net olarak göremiyoruz.

Bu nedenle Allah’ı da mahiyet-i aslisi ile görmemiz mümkün değil.

Peki o zaman Allah’ı göreceğimize dair bir çok rivayete ne diyeceğiz? Peygamberimizin(asm), “Allah’ın güneş ve ayın görüldüğü gibi görüleceğine” dair hadisleri en sahih kaynaklarda yer almaktadır. Hatta Mirac’da Peygamberimizin(asm) Cemalullahı seyrettiğine dair hakikat en mühim hakikatlerden birisidir.

Öyle ise Rabbimizi nasıl göreceğiz?

Bu sualin cevabı da şu gelen ifadelerde saklı:

“İşte, insanın mezkûr vazifeler gibi çok mühim hizmetleri var. Cemâl-i bâkîye âyinedir.”(Lemalar, s. 636)

“İkincisi: İnsanın câmiiyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan, bütün kâinatta cilveleri tezahür eden Esmâ-i Hüsnâyı birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle, Cenâb-ı Hak, tecellî-i zâtıyla ve Esmâ-i Hüsnânın âzamî mertebede nev-i insanın mânen en âzam bir ferdine tecellî-i âzam tezahür eder ki, bu tezahür ve tecellî, Mirac-ı Ahmedî (a.s.m.) sırrıdır ki, onun velâyeti, risaletine mebde’ olur.”(Sözler, s. 726)

İfadelere göre insan ve insanın ruhu Allah’ın güzel isimlerine birer ayine mahiyetindedir. Yani insanın mahiyeti Allah’ın isimlerini yansıtan ve bildiren bir mahiyette yaratılmış. İşte insan da ahirette “âyine-i ruhunda” tecelli eden Allah’ın Cemalini seyredecektir. Bu tecelli ise aynaların özelliklerine göre değişiklik gösterir. Yani her bir mümin kendi aynasından yansıyan Cemali seyredecek ve kendi aynasına yansıyan isimlerin nuraniyetini müşahede edecektir.

İşte bu nedenle kainatın en parlak ve nurani ve mükemmel aynası olan Resul-u Ekrem(asm) Miracda “âyine-i ruhunda” tecelli eden cemali seyrederek Allah’ı görmüş ve konuşmuştur. İşte Rüyetullah meselesi bu tarda izah edilirse büyük bir tartışma ortadan kalkmış olur. Bu mühim mesele ise Risale-i Nurda tam olarak izah edilmiş. Bu konuda satır aralarında bir çok tabir geçmektedir. Meraklısını, daha fazla bilgi için Risale-i Nurlarda kısa bir araştırmaya davet ediyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*